20 Mart 2012 Salı

Eğitimde ticarileşme, Bologna süreci ve Yetkin Mühendislik

Bizler eğitimin ticarileşmesine, emperyalist savaşlara, faşist baskı ve devlet terörüne karşı öğrenci muhalefetini bulunduğumuz alanlarda yükseltmeye çalışan toplumcu mühendisleriz.

Bologna Süreci adı altında üniversitelerimizin ticarethanelere çevrilmesine, eğitimin toplumsal bir hak olmaktan çıkıp parası olanların satın alma şansı bulabildiği bir metaya dönüşmesine, buna karşı çıkan ve parasız-bilimsel-anadilde eğitim isteyen öğrencilerin soruşturma-tutuklama terörüne maruz kalmasına karşı çıkmak ve “sermaye için değil toplum için bilim” talebimizi alanlarda, amfilerde kısacası yaşamımızın her alanında daha gür bir sesle haykırmak için İzmir Öğrenci Kurultayı bünyesinde bir mühendislik komitesi kurmuş bulunmaktayız. İzmir Öğrenci Kurultayı Mühendislik Komitesi olarak fakültelerimizde özel olarak Bologna Süreci ve Yetkin Mühendislik karşıtı bir muhalefet örmeyi amaçlamaktayız. Genel olarak ise yukarıda bahsedilen gündemleri işlemeyi planlıyoruz.

Yetkin Mühendislik ne yazık ki mühendislik öğrencileri tarafından neredeyse hiç bilinmemektedir. Meslek içi eğitimleri dahi metalaştıran ve bizleri “yaşam boyu öğrenim” adı altında köleleştiren bu saldırının arka planında ise son dönemlerde bir nebze olsun öğrencilerin gündemine giren Bologna Süreci vardır. Bologna Sürecinin mühendisleri köleleştirme projesi “Yetkin Mühendislik” tir. Peki adını pek çok kez duyduğumuz bu Bologna Süreci neyin nesidir?

Avrupa ve Türkiye'de yükseköğretim alanında yapılan değişikliklerin son on yılı “Bologna Süreci” olarak ifade edilir. Bu süreç, “Avrupa Yükseköğretim Alanı” ve “Avrupa Araştırma Alanı” olarak da dile getirilmektedir. Sermayenin üniversitelerdeki ayağı ve 12 Eylül askeri faşist cuntasının öz evladı YÖK tarafından sinsice yürütülen bu sürecin kısa bir özetini çıkarmak ve bu sürecin tarihsel arka planına bir göz atmak için kapitalist-emperyalist sistemin son yüzyılda ki evrimsel gelişimine kısaca değinmek bu süreci anlamamıza yardımcı olacaktır.

Kapitalizmin krizi ve çıkış arayışları

Kapitalizmin tarihindeki en büyük yapısal krizlerinden olan 1929 Büyük Buhranı kapitalist dünya ekonomisini büyük bir çöküntüye uğratmış, dünya halkları açlığın ve sefaletin giderek derinleştiği ve emperyalist ülkeler arası çelişkilerin yoğunlaşarak arttığı bir sürece girmiştir. Kapitalist krizlerin yapısal dinamiği olan ve belirli periyotlar ile sistemi sıkıntıya sokan “kar hadlerinin düşme eğilimi yasası” gereği kar oranları düşen sermaye sahipleri bu krizden çıkmanın bir çok yolunu denemişlerse de ancak 2.Emperyalist Paylaşım Savaşı ile bu sürecin içerisinden çıkabilmişlerdir. Bu bir “sistem şoku” dur ve dünya pazarının yeniden paylaşılması ve yeni bir sermaye birikim sürecinin başlangıcıdır. Krizin belli oranda aşılmasını sağlayan bu sistem şoku sonrası dünya dengeleri büyük bir alt üst oluş yaşamıştır. Sovyetler Birliği'nin faşizmi yenilgiye uğratması dünya işçi ve emekçilerinin gözünde büyük bir sempati kazanmasına yol açmıştır. Amerika da bu savaştan en güçlü çıkan ve dünya kapitalist sisteminin yeni hegemon gücü olarak tarih sahnesinde yerini alan ülkesidir. Avrupa emperyalizmi ise bu sürecin en yıkıcı etkilerine maruz kalmış ve iktisadi-siyasi olarak parçalanmış bir görüntü içerisindedir. ABD, kapitalist sistemin sosyalizm tehditine karşı Avrupa'nın birliğini sağlaması ve Sovyetler Birliğine karşı yanında müttefiki olarak yer alması için Avrupa sermayesini kanatları altına aldı. Sovyetler Birliği 1970'lere doğru çözülme sürecine girene dek bu ittifak sürdü. Fakat bu ittifak süresi içinde Avrupa sermayesi giderek güçlendi ve dünya ekonomisinin başat aktörlerinden biri haline geldi.

Sovyetler Birliği zayıfladığı buna paralel olarak Fordizmin iflası olarak anılan 1970'lerin başında ki Petrol Krizi olarak da anılan kapitalizmin 1929 sonrası ikinci büyük yapısal krizinin patlak verdiği bu süreç Keynesgil politikalar olarak anılan eğitim, sağlık gibi kamusal hizmetlerin devletin bütçesinden karşılandığı bir dönemin kapanmasının ilk aşaması oldu. Sovyetler Birliğinin basıncı altında ve Avrupa işçi sınıfının mücadelesinin de etkisiyle kazanılmış bu haklar artık sermaye devletlerinin sırtında bir kambur haline gelmeye başladı. Daha önce sermayenin konusu olmayan/oldurulamayan bu kamusal hizmetler kapitalizmin her şeyi metalaştırdığı bu düzende sermayenin kar oranlarını yükseltmek için talan etmeye hazırlandığı bir alan olarak sermayenin iştahını kabarttı. Eğitim artık piyasanın kurallarının geçerli olduğu bir “sektör” olarak sermayenin gündemine girdi.

Elbette ABD ve Japonya emperyalizmi ile rekabet ve inovasyon tekniklerinin sermayenin bu rekabette bir adım öne geçmesinde ki muazzam işlevi de bilginin metalaşma sürecini hızlandırdı. Yüksek teknoloji için üniversiteler, sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda yeniden yapılandırılmalı ve Avrupa Birliğini ABD ve Japonya ile girdiği emperyalist pazar savaşımında güçlü kılan bir silaha dönüştürülmeliydi.

Bu doğrultuda harekete geçildi ve yeni bir sermaye birikim rejimi olan neo-liberal politikaların eğitim alanında derinleştirilmesi için düğmeye basıldı. Avrupa emperyalizmi tüm Avrupa ülkeleri ve aday ülkelerini de içine alan ve uluslararası finans kapitalin çıkarları doğrultusunda Avrupa Yükseköğretim Alanı (AYA) oluşturulması için çalışmalarına başladı. Kısaca hedeflenen tüm Avrupa ülkelerinde eğitimin standardize edilmesi, vasıflı emek gücünün sermayenin hareket kabiliyetine yakın bir akışkanlık içerisine sokulması, bu emek gücünün değerinin düşürülmesi ve meslektaşlar arası rekabetin sermaye lehine derinleştirilmesi yani emek gücü maliyetinin düşürülerek kar marjlarının arttırılması, sürekli eğitim programları ile eğitimin tamamen ticarileştirilmesi,özel üniversitelerin önünün açılması, bilgi emekçilerinin-akademisyenlerin kurumsal özerklik ve akademik özgürlüklerinin kaldırılıp performansa dayalı sözleşmeli-parça başı çalışan işçilere dönüştürülmesi...

Daha sonra Bologna Süreci olarak anılacak olan bu eğitimin ticarileştirilme süreci kısaca eğitimin neo-liberal politikalar doğrultusunda yeniden ve Avrupa çapında yapılandırılması olarak okunmalıdır.


Bologna süreci ve mesleki dönüşüm


Bologna Süreci biçimsel olarak Bologna'da 1999'da 29 Avrupa ülkesi Eğitim Bakanınca deklare edilen bir bildirgeye dayanmaktadır. Aslında 2010 yılına kadar 'Avrupa Yükseköğretim Alanı' oluşturma süreci olarak anılmakta idi. Buna daha sonra 'Avrupa Araştırma Alanı' oluşturulması ve bunların tüm dünyaya yaygınlaştırılması hedefi de eklendi. Bologna Süreci, üniversitelerin yerel, ulusal ve küresel piyasalarla, yeni işlevler çerçevesinde uyumlaştırılması süreci olarak görülmelidir.

Türkiye bu sürece resmen Kemal Gürüz'ün YÖK Başkanlığı döneminde 2001'de dahil olmuştur ve o günden bugüne bu perspektif doğrultusunda eğitimin metalaşma süreci giderek derinleştirilmiştir. Türkiye'de Yükseköğretim alanındaki yapısal değişikliklerin neredeyse tamamı Bologna Süreci'nin istekleri doğrultusunda gerçekleştirilmektedir. Örneğin eğitimi har(a)ç paraları, kimlik paraları, yurt paraları ile ticaretin konusu haline getirmiş “tüccar gibi” rektörler dahi sermayenin isteklerini karşılayamamakta bu sebeple “tüccarlar-mütevelli heyetleri” üniversite yönetimlerine getirilmeye çalışılmaktadır. Bu heyetlerin içinde o bölgenin sanayi-ticaret odası başkanı, emniyet müdürü, vali vb. isimler bulunurken öğrencilerin ve öğretim üyelerinin söz-yetki-karar sürecinin tamamen dışında bırakılması Bologna Süreci kapsamında hayata geçirilmek istenilen üniversite modelinin ne olduğu hakkında fikir vermektedir.

Oldukça kapsamlı bir süreç olarak Bologna Sürecini bir kaç sayfa ile açıklamak elbette ki imkansızdır. Fakat bazı çarpıcı noktalara dikkat çekmek açısından çeşitli meslek dallarında bu sürecin nasıl işletildiği-işletilmek istendiği konusunda bir kaç örnek vermek uygun olacaktır. Örneğin 1999 depremini fırsat bilerek Yetkin Mühendisliği gündemimize sokan YÖK aslında bunu Bologna Sürecinin bir uzantısı olarak gündemimize soktu. Tabi ki eşsiz bir manipülasyon ile! Depremde yıkılan binaların sorumlusu mühendislerin yetkin olmayışı idi! Kapitalizmin kar amaçlı üretim yapması, malzemeden çalan şirketler vs aklanmıştı! Suçlu mühendislerdi ve ferman buyrulmuştu; yetkin mühendislik uygulaması gündeme sokulmalı ve uygulanmalıydı!Peki, neydi bu yetkin mühendislik? Yetkin Mühendislik; 4 sene üniversitede mühendislik eğitimi alan gençliğin unvanının elinden alınması, eğitim sırasında sağlık güvencesiz ve ücretsiz yaptığı staj yetmiyormuş gibi 5 yıl daha yetkin (!) bir mühendisin yanında staj yapması, tekrar sınava girmesi, geçemediği takdirde 1 yıl daha beklemek zorunda olup bu süre içerisinde dershanelere para dökmesi demektir. Ya da bir başka deyişle yasayı ilk onaylayan ve savunucusu olan İnşaat Mühendisleri Odasının söylemiyle “Yetkin Mühendislik, “Müh.”, “Y. Müh.” gibi bir derece değildir; bir yetki veya bir üstünlük değildir. Olsa olsa bir ayrıcalıktır”. Yetkin Mühendisliğin yanı sıra Sözleşmeli Öğretmenlik, Ücretli Öğretmenlik, Aile Hekimliği, Yabancı Doktor Yasası, Avukatlık Yasa Tasarısı gibi çokça gündeme gelen fakat hangi sürecin ürünü olduğu pek bilinmeyen ve fakat her biri sınırsız bir sömürü, güvencesizlik ve geleceksizlik demek olan bu uygulamaların kaynağı hep aynı oysa: Bologna Süreci.

Gelecek sayılarımızda Bologna Süreci bağlamında Yetkin Mühendisliği tartışmayı amaçlamaktayız. Toplumcu bilimi savunan ve eğitim sistemindeki kokuşmaya artık tahammülü kalmayan tüm arkadaşlarımızı mücadelemizi büyütmek ve geleceğimize sahip çıkmak için İzmir Öğrenci Kurultayı’na çağırıyoruz.

Öğrenci Kurultayı EÜ Mühendislik Komitesi
(Kurultay Fanzin'in ilk sayısında 
kısaltılarak kullanılan metnin tam halidir)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder